KADEM’e göre; “Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali’nde Toplumsal Cinsiyet”

Kadın ve Demokrasi Vakfı’nın (KADEM) akademik süreli yayını KADEM Kadın Araştırmaları Dergisi’nde İslam alimi Ömer Nasuhi Bilmen’i konu alan bir makale yayımlandı.  

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ BAKIŞ AÇISIYLA ELE ALINDI

Esra Aslan Turan tarafından yazılan makalede, Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali, ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ bakış açısıyla ele alındı. Geçtiğimiz Aralık ayında yayımlanan “Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali’nde Toplumsal Cinsiyet” başlıklı makalede, sosyal medyada tartışma konusu oldu.

Sözkonusu çalışmaya, “İlmihaller iman, namaz, oruç, hac, zekât ve ahlak gibi konularda, İslam’ın temel kurallarını öğretmek için yazılmış, Türkiye’de dindarlığı şekillendiren kurucu eserlerdendir.” ifadeleriyle giriş yapılırken makalede ilginç iddialarda bulunuldu.

İşte makalede dikkat çeken o ilginç iddialardan bazıları...

“GELENEKSEL DEĞER YARGILARI, DİNÎ HÜKÜMLERİ ŞEKİLLENDİRDİ”

‘Öz’ başlıklı bölümde şu cümleler yer aldı:

“Türkiye halk dindarlığının kurucu unsurlarından biri olarak görebileceğimiz Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali’nde ortaya konulan fetvalarda, kadın ve erkek olmanın ele alınma şekli, metnin tamamı gözden geçirilerek irdelenmiştir. Çalışma sonucunda kadını erkeğe karşı ikincil gören; gücü, iradesi, yönetme ve ifade etme kabiliyeti eksik biri olarak kodlayan geleneksel değer yargılarının Büyük İslam İlmihali’ndeki dinî hükümleri de şekillendirdiği görülmüştür.”



"CİNSİYET AYRIMCI ANLAYIŞ..."

“Giriş” başlıklı bölümde şu ifadelerde bulunuldu:

“Müslüman toplum üzerinde yaygın oranda etkileri olan ilmihallerde çizilen dindarlık modeli, toplumun kadın ve erkek olmaya yüklediği anlamlar açısından oldukça fikir vericidir. Bu eserlerin çoğunda kadınların özsaygısı ve temel yaşamsal hakları elinde olan özgür bir insan olarak değil de geleneksel ataerkil toplumu devam ettiren ev kadını ve annelik görevleri üzerinden ele alındığı ve kadınların fetvalar verilirken daha ikincil bir konumdan meseleye dâhil edildikleri açıkça görülür. İlmihallerde ortaya konulan bakış açısı, kadınların akli becerilere gerektiği ölçüde sahip olmadıkları, bu nedenle de Allah’ın esas muhatabı olan erkekler üzerinden muhatap alındıkları şeklindeki erkek merkezli yaklaşımla şekillenir. Kültürel kabuller ve dinsel söylemler arasındaki güçlü bağı ortaya koyan bu durum, kadınlara yönelik cinsiyet ayrımcı anlayışların ve buna bağlı hak ihlalleri ile kadına yönelik şiddetin sürekliliğinde yaygın dinî telkinlerin büyük katkısının olduğunu göstermektedir.”



"BİRÇOK ALAN CİNSİYETLİ HALE GETİRİLDİ"

“Toplumsal Cinsiyet Üzerine Tartışmalar” başlıklı bölümde şu ifadeler yer aldı:

“Cinsiyet terimi kadın ya da erkek olmanın biyolojik yönünü ifade ederken, toplumsal cinsiyet bu bedenlere giydirilen toplumsal anlamlardır. Aileden başlayarak okulda, sokakta, medyada öğretilen cinsiyet rolleri kişileri bu rollere uygun beklentiler ve kurallarca şekillendirmekte; yine aileden başlayarak orduyu, devleti, dini, siyaseti, hukuku, bilimi, sanatı ve ekonomiyi de cinsiyetli hale getirmektedir. Bu durumda ortaya çıkan temel sorun, cinsiyetleri ayrıştırmanın cinsiyet ayrımcılığına, baskı ve şiddete yol açacak şekilde kadınlar aleyhine beklentiler yaratıyor olmasıdır. Çünkü bu ayrım kadınlığı narin, kırılgan, eksik akıllı, dışarı çıkması sakıncalı gibi özellikler üzerinden korunmaya muhtaç bir cinsiyet olarak kodlarken, erkekliğe akıllı, güçlü, bilgili, lider gibi özellikler atfedilmesi iki cinsiyet arasında kadınlar aleyhine bir hiyerarşi yaratmaktadır.”



"ERKEK EGEMENLİĞİNİN SORUNSUZ OLARAK DEVAMINA HİZMET EDER"

"İdeal kadın zekâsı, ahlakı ve gayreti sayesinde evde her işe yetişir; tatlı dili, şefkati ve inceliği sayesinde erkek egemenliğinin sorunsuz olarak devamına hizmet eder. Çalışkan, sevgi dolu, fedakâr ve şikâyetsiz bir varlık olarak ailesinin mutluluğu ve toplumun devamı için yılmadan temizler, pişirir, doğurur. Kadınların ev alanını var eden, sürekli hale getiren emeği ekonomi-dışı, ölçülemez, karşılıksız bir fedakârlık olarak kadının doğasının bir parçası görülür. Bu da kadınların emeğinin sosyal hak ve ayrıcalıkların konusu olması, daha da önemlisi bütünlüklü bir insan olarak dikkate değer görülmeleri ve ciddiye alınmalarını engelleyerek, kendilerini istismara, baskı ve şiddete açık hale getirir.”



"MÜSLÜMAN DİNÎ KÜLTÜR, TANRI’DAN ERKEĞE ORADAN DA KADINA UZANAN GELENEKSEL BİR HİYERARŞİ..."

"Din ve Toplumsal Cinsiyet İlişkisi" başlıklı kısımda şunların yazıldığı görüldü:

“…erkekliğin ve kadınlığın ne demek olduğunu öğreten kanallardan biri dinî mesajlardır. Bunlar, toplumsal cinsiyet rollerini ve farklılıklarını meşrulaştırarak benimsetmenin güvenli yollarıdır. Dinî inanç ve bağlılıklar toplumsal cinsiyet değerlerine bağlılık kurmada da etkin işlevler icra eder. Bu açıdan bakıldığında Müslüman dinî kültür, Tanrı’dan erkeğe oradan da kadına uzanan geleneksel bir hiyerarşi ortaya koyar. Erkekler lider, kadınlarsa annedir. Erkek güçlü bir koruyucu, kadınsa zayıf ve korunmaya muhtaçtır. Din kanalıyla bahsi geçen bu farklılıklar ve bağlı olduğu anlamlar meşrulaştırılmış, normalleştirilmiş olur.



"BU ANLAYIŞ İNSAN HAKLARI İHLALLERİNE YOL AÇIYOR"

"İslami gelenekte bedensel etkinliklerin nerede ne şekilde ortaya konulması gerektiği ayrıntılı olarak tartışılmıştır. Buna göre Müslüman toplumların çoğunda kadınların bedenlerini ve cinselliklerini kendilerine değil aile, cemaat ya da devlete ait gören egemen bir anlayış hâkimdir. Bu anlayış geleneklere ve toplumsal davranışlara olduğu kadar yasalara ve devlet politikalarına da sızdığı için çok sık rastladığımız insan hakları ihlallerine yol açmaktadır. Bu ihlaller yazılı yasalardan daha yaygın bir şekilde çeşitli mekanizmalar yoluyla kadınların giyim ve hareket özgürlüklerini kısıtlamak gibi davranışlardan kadın sünneti ve namus cinayetlerine kadar çeşitlenmektedir. Tam da bu noktada din kadınlara yönelik kısıtlayıcı uygulamaların ve hak ihlallerinin güçlü meşrulaştırıcısı olarak kötüye kullanılmaktadır. Çünkü İslam da birçok din gibi varlığını devam ettirmek için çeşitli coğrafyalarda birçok gelenek ve İslam öncesi uygulamayla uyumlu hale gelmiştir."



"KUTSAL KİTAPLARIN ÇOĞU..."

Kutsal kitapların çoğu erkek egemen tarihsel ve toplumsal bağlamlarda ortaya çıktığı için, dinî kültürün cinsiyete dair yaklaşımı da bu bağlama uygun bir şekilde –kadınların beden ve cinselliklerinin denetlenmesi– gelişmiştir.Dinî metinler toplumsallıkları ölçüsünde belirli toplumsal cinsiyet rollerini kurgulamanın, meşrulaştırmanın ve pekiştirmenin en etkili ve kapsayıcı araçları olmuşlardır.”



"DİNLER, DEĞİŞTİRİLEREK VARLIKLARINI SÜRDÜRDÜ"

Dinler, içinde yer aldıkları farklı toplumların kendine özgü niteliklerine uyum sağlayarak ve karşılığında onların bazılarını değiştirerek varlıklarını sürdürürler. Yani hiçbir din başlangıçtaki saf halinde kalmaz, her zaman toplumların maddi koşullarından kaynaklanan birtakım unsurlarca değişime uğratılır. Bu nedenle de belli bir topluluktaki kadınların dinsel konumlarını incelerken sadece dinsel dogmaları değil, o toplumun ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal bütün koşullarını göz önünde bulundurmak gerekir.”



KAYNAK: HABER7